6 Eylül 2012 Perşembe

Evrim Teorisinin Embriyolojik Bir Dayanağı Yoktur

Bugün Türkiye'deki birtakım evrimci yayınlarda, çok önceden bilim literatüründen çıkarılmış olan "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi gösterilmektedir. Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin özet ifade biçimidir.
Haeckel tarafından öne sürülen bu teori, canlı embriyolarının gelişim süreçleri sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia ediyordu. Örneğin insan embriyosunun, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü öne sürüyordu.
Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.
  • Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık kesin olarak biliniyor" diye yazar. 171 American Scientist'te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir: "Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti." 172
Konunun daha da ilginç bir başka yönü ise, Ernst Haeckel'in aslında ortaya attığı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapan bir şarlatan olmasıdır. Haeckel, balık ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:
  • Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor. 173
Gerçekten de "birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki", çalışmaları önyargılı sonuçlar, çarpıtmalar ve hatta sahtekarlıklarla doludur. Çünkü kendilerini evrim teorisini savunmaya şartlandırmışlardır, ama teoriyi destekleyen tek bir bilimsel delil bile yoktur.

DİPNOTLAR

171. G. G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, New York, Harcourt Brace and World, 1965, s. 241
172. Keith S. Thompson, "Ontogeny and Phylogeny Recapitulated", American Scientist, Cilt 76, Mayıs / Haziran1988, s. 273
173. Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s. 204

http://fosiller.com/index.php?option=com_content&view=article&id=811:evrim-teorisinin-embriyolojik-bir-dayanagi-yoktur&catid=39:evrim-nedir&Itemid=141

Medya: Evrim Teorisinin Hayat Sahası

Şimdiye kadar incelediklerimizin bize gösterdiği gibi, evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Ama dünyanın dört bir yanında insanların çoğu bu gerçekten habersizdirler ve evrimi bilimsel bir gerçek sanırlar. Bu yanılgının en büyük nedeni, bazı medya organlarının evrim konusunda yaptığı sistemli telkin ve propagandadır. Bu nedenle, söz konusu telkin ve propagandaların özelliklerine de değinmek gerekmektedir.
Bugün Batı medyasına dikkatli bir gözle bakıldığında, sık sık evrim teorisini konu edinen haberlere rastlamak mümkündür. Büyük medya kuruluşları, ünlü ve sözde "saygın" dergiler, periyodik bir biçimde bu teoriyi gündeme getirirler. Kullandıkları üsluba bakıldığında ise, bu teorinin, tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde ispatlanmış bir gerçek olduğu izlenimi uyanır.
Bu haberleri okuyan sıradan insanlar ise, doğal olarak, evrim teorisinin bilinen herhangi bir matematik kanunu kadar kesin bir gerçek olduğu yanılgısına kapılabilirler. Bu tür medya devlerinin yaptıkları söz konusu haberler, hemen ülkemizdeki büyük gazeteler tarafından da topluma aktarılır. Kullanılan üslup klasiktir: "Time'ın haberine göre, evrim zincirindeki boşluğu tamamlayan çok önemli bir fosil bulundu", ya da "Nature'ın haberine göre, bilim adamları evrimin açıkta kalan son noktalarını da aydınlattılar" gibi cümleler büyük puntolarla basılır. Oysa ortada ispatlanmış olan hiçbir şey yoktur ki, "evrim zincirinin son eksik halkası" bulunmuş olsun. Delil olarak öne sürülenlerin tümü, önceki bölümlerde sözünü ettiğimiz türden sahte delillerdir.

Medyanın yanısıra, bilimsel kaynaklara, ansiklopedilere, biyoloji kitaplarına bakıldığında da aynı tabloyla karşılaşmak mümkündür.

Kısacası, materyalist güç merkezlerinin denetiminde olan medya ve akademik kaynaklar tamamen evrimci bir bakış açısını korumakta ve bunu topluma telkin etmektedir. Bu telkin öyle etkilidir ki, zamanla evrim teorisini bir tabuya dönüştürmüştür: Evrimi inkar etmek, bilimle çelişmek, somut gerçekleri gözardı etmek olarak sunulur. Bu nedenle de, özellikle 1950'lerden bu yana evrimin onca açığının ortaya çıkması ve bunların evrimci bilim adamları tarafından itiraf edilmesine rağmen, bugün dahi -yerli veya yabancı- bilim çevreleri ile basın organlarında evrimi eleştiren herhangi bir düşünce bulmak neredeyse imkansızdır.

Eski bir evrimci olan, ancak Hindistan kuşları üzerinde yaptığı detaylı araştırmalar sonucunda türlerin değişemeyeceklerine karar veren Douglas Dewar, evrim teorisi ile medya arasındaki bu önemli ilişkiyi şöyle vurgular:

  • Evrimcilerin basını ele geçirmelerinin önemini pek az insan kavramıştır. Bugün pek az dergide evrim teorisini reddeden makale çıkar. Hatta dini dergilerin bile birçokları, insanın hayvan soyundan geldiğini kabul eden modernistlerin elindedir... Genel konuşursak bütün gazetelerin yazı işleri müdürleri, evrimi ispat edilmiş bir olgu olarak bilmekte ve teoriye karşı çıkan herkesi de cehalet ve delilikle suçlamaktadırlar. Hemen hepsi evrimciler tarafından çıkarılan dergiler ise evrim kavramına en küçük bir gölge düşürecek bir yazıyı bile yayınlamak istememektedirler... Yayınevleri, yürürlükte olan bir teoriye karşı çıkıp da üzerine hücumlar toplayacak veya rağbet görmeyecek bir kitabı basmazlar. Hatta basım masrafları yazara bile ait olsa, kitabevinin itibar kaybedeceğini düşünürler. Böylece halk, meseleyi tek yönlü olarak öğrenir. Normal bir insan, evrim teorisini, yerçekimi kanunu gibi ispat edilmiş bir gerçek olarak bilmektedir.

Batı'da biyoloji ve doğa konusunda en "saygın" yayın organları olarak kabul edilen Scientific American, Nature, Focus, Discover, Science, National Geographic gibi dergiler evrim teorisini bir tür resmi ideoloji olarak benimsemekte ve bu teoriyi ispatlanmış bir gerçek gibi kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye'de ise bu misyon başta Bilim Teknik, Focus gibi "bilimsel" yayınlar olmak üzere, belli başlı bütün basın-yayın organları tarafından aynen kabul edilmiştir ve bunlar tarafından topluma evrim teorisinin bilinçli bir propagandası yapılmaktadır. Özellikle Milliyet, Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet gibi gazetelerde ve bunların "yan ürün"lerinde düzenli olarak evrim propagandası yapılır.

Bu medya ekolleri, gazetelerde yayınladıkları evrimci haber ve yorumların yanısıra, verdikleri "kültür hizmetleri"nde de bu büyük misyonu korumaya çalışırlar. Promosyon olarak verdikleri ya da sahip oldukları yayınevlerinde basılan kitaplara bakıldığında açık bir evrim propagandası ve ona paralel bir din düşmanlığına rastlamak mümkündür.

Örneğin Milliyet Yayınları'nın 1996 yılında yayınladığı Darwin: Yeni Başlayanlar İçin isimli kitap Darwin'e yapılan övgüler ve dine karşı hakaretlerle doludur. Kitap, gençlere evrim teorisini ispatlı bir gerçek gibi empoze etmekte, evrime karşı çıkanları ise cahillik ve akılsızlıkla suçlamaktadır. İşte kitaptan bazı satırlar:

  • Charles Darwin, 30 yaşında türlerin gelişimini açıklamayı başarmıştı. Rastgele değişimle yaşam için mücadele kuramlarını birleştirerek, türlerin gelişiminde Tanrı'nın rolünü devre dışı bırakmıştı...1859'da kuramın işleyişi hala şüpheli olmasına karşın, büyük ölçüde kabul görmüştü. Doğal olarak karşı çıkanlar da vardı. Bilimsel açıdan cahil olanlar kitabı anlayamadılar... Diğer din adamları ise Darwin'in Avrupa'daki en tehlikeli kişi olduğu dedikodusunu yaymakla yetindiler. Karşı çıkanlar aptal din adamlarıyla sınırlı değildi. Geleneksel Yaratılış'a inanan bilim adamları kuramı kabul edemiyorlardı.

Yerli medyanın evrimci temsilcileri din aleyhtarı oldukları kadar cahildirler de çoğu zaman. Propagandasını ısrarla yaptıkları evrim hakkında aslında pek bir şey bilmezler. Bu nedenle kimi zaman oldukça komik durumlara düşebilmektedirler. 28 Mart 1985 tarihli Cumhuriyet'te yayınlanan "Dinçerler 25 Bin Yıllık Fosilleri de Reddediyor" başlıklı haber bu durumun iyi bir örneğidir. Evrimin en gözü kapalı savunucularından biri olan Cumhuriyet Gazetesi, bu haberinde şöyle yazmıştır: "Milli Eğitim Bakanlığı'nın bilimsel sahtekarlık olarak nitelediği Java, Pekin, Piltdown ve Nebraska adamları olarak adlandırılan fosiller, modern antropolojinin insan evrimiyle ilgili olarak bulduğu en önemli kanıtlar sayılıyor."

Oysa, önceki sayfalarda incelediğimiz gibi, bu fosillerden ikisinin, yani Piltdown ve Nebraska adamlarının birer sahtekarlık oldukları evrimciler tarafından da kabul edilen bir gerçektir. Piltdown adamı denen fosilin bir insan kafatasına maymun çenesi eklenerek üretilmiş bir sahtekarlık olduğu 1950'li yıllarda anlaşılmıştır. Ama Cumhuriyet, haberinden 30 yıl önce anlaşılan bu gerçekten habersizdir!

Evrim Teorisi İlk Aşamada Çökmüştür

Evrim teorisi daha temelinden çökmüş bir teoridir. Çünkü evrimciler henüz canlılık için gerekli olan tek bir proteinin bile oluşumunu açıklayamamaktadırlar. Olasılık hesapları, fizik ve kimya formülleri yaşamın rastlantılarla doğmasını imkansız kılmaktadır.
Daha ortada tesadüfen meydana gelebilecek tek bir protein yokken, bu proteinlerin milyonlarcasının tesadüflerle bir düzen içinde birleşerek canlı hücresini oluşturmaları, bu hücrelerin yine tesadüflerle trilyonlarcasının oluşup biraraya gelerek canlıları, bu canlıların balıkları, balıkların karaya çıkarak sürüngenleri, kuşları ve memelileri oluşturmaları ve böylece yeryüzündeki milyonlarca farklı türün meydana gelmesi sizce makul ve mantıklı bir iddia mıdır?
 Sizce olmasa bile, evrimciler böyle bir masala gerçekten inanmaktadırlar.
Ancak bu yalnızca batıl bir inançtan ibarettir. Çünkü ortada bu hikayelerini doğrulayacak tek bir kanıtları dahi yoktur. Ne yarı balık-yarı sürüngen, yarı sürüngen-yarı kuş gibi ara formları bulabilmişler, ne de son derece gelişmiş laboratuvarlarda bir proteinin, hatta proteinin yapısındaki tek bir amino asit molekülünün dahi ilkel dünya adını verdikleri şartlarda oluşabileceğini ispatlayabilmişlerdir. Tam tersine, evrimciler bütün bu çabalarıyla, evrim gibi bir sürecin yeryüzünün hiçbir döneminde yaşanmadığını ve yaşanamayacağını bizzat kendi elleriyle ortaya koymuşlardır.

Evrim Teorisi Gelecekte de Doğrulanamaz

Bu durum karşısında evrimci bilim adamlarının tek avuntuları bilimin zamanla bu açmazların cevabını vereceği hayalidir. Oysa bilimin, milyonlarca sene geçse de bütünüyle mantıksız ve temelsiz bir iddiayı kanıtlaması söz konusu olamaz. Aksine, gelişen bilim böyle bir iddianın gerçek dışılığını, giderek daha net ve açık bir şekilde ortaya koyar.
Nitekim bugüne kadar da böyle olmuştur: Örneğin canlı hücresinin yapısının ve fonksiyonlarının detayları keşfedildikçe, hücrenin, Darwin zamanındaki ilkel bilim düzeyinde sanıldığı gibi, rastlantılar sonucu oluşabilecek kadar basit bir yapı olmadığı çok daha kesinlik kazanmıştır.
Durum bu kadar açıkken, yaratılış gerçeğini inkar edip, hayatın kökenini hiçbir mantığı olmayan rastlantılara dayandırmak ve bunu ısrarla savunmak, insanı ileride çok küçük düşeceği durumlara sokabilir. Evrim teorisinin içyüzü, her geçen gün daha çok su yüzüne çıktıkça, kamuoyu bu gerçekleri gördükçe, evrimin gözü kapalı fanatik savunucuları, çok değil birkaç sene içinde insan içine çıkamayacak bir konuma geleceklerdir.

Homo sapiens'in Gizli Tarihi

Tüm bu incelediklerimizin yanında, hayali evrim soy ağacını temelinden yıkan en önemli ve şaşırtıcı gerçek ise, Homo sapiens'in, yani günümüz insanının tarihinin hiç umulmadık kadar geriye gitmesidir. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yaşadıklarını göstermektedir.
  • Bu konudaki ilk bulgular, ünlü evrimci paleoantropolog Louis Leakey'e aitti. Leakey, 1932 yılında Kenya'da Victoria gölü yakınlarındaki Kanjera bölgesinde anatomik olarak günümüz insanından farkı olmayan, Orta Pleistosen devrine ait birkaç tane fosil buldu. Ancak Orta Pleistosen devri, bundan bir milyon yıl öncesi demekti. 173
Bu bulgular evrim soy ağacını tepetaklak ettiği için diğer bazı evrimci paleoantropologlar tarafından reddedildi. Ama Leakey, hesaplarının doğru olduğunu her zaman için savundu.
Bu tartışma unutulmaya başlamıştı ki, 1995 yılında İspanya'da bulunan bir fosil, Homo sapiens'in tarihinin sanıldığından çok daha eski olduğunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. Söz konusu fosil, Madrid Üniversitesi'nden üç İspanyol paleoantropolog tarafından İspanya'daki Atapuerca adı verilen bölgedeki Gran Dolina mağarasında bulundu. Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11 yaşındaki bir çocuğa ait bir insan yüzü parçasıydı. Ancak çocuk öleli tam 800 bin yıl olmuştu. Discover dergisi, Aralık 1997 sayısında, konuya geniş yer verdi.

Bu fosil, Gran Dolina araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras'ın bile insanın evrimi hakkındaki inançlarını sarsmıştı. Ferreras, şöyle diyordu:

  • Büyük, geniş, şişkin, yani anlayacağınız ilkel bir şeyle karşılaşmayı umuyorduk. 800.000 yıl yaşındaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana Çocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz bütünüyle modern bir yüzdü... Bunlar sizi sarsan türden şeyler: Fosil bulmak değil, tamam fosil bulmak da beklenmedik ve güzel bir olay. Fakat, en etkileyici olanı bugüne ait olduğunu düşündüğünüz birşeyi geçmişte bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina'da kasetçalar bulmak gibi birşey. Böyle birşey çok şaşırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen tabakalarında teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin yıllık "modern" bir yüz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gördüğümüzde çok şaşırmıştık. 174

Bu fosil, Homo sapiens'in tarihinin 800 bin yıl kadar geriye götürülmesi gerektiğine işaret ediyordu. Ama fosili bulan evrimciler, ilk şoku atlattıktan sonra, bu fosilin başka bir türe ait olduğuna karar verdiler. Çünkü evrim soy ağacına göre 800 bin yıl önce Homo sapiens'in yaşamamış olması gerekiyordu. Bu yüzden Homo antecessor adlı hayali bir tür oluşturdular ve Atapuerca kafatasını bu sıralamaya dahil ettiler. 
173- L. S. B. Leakey, The Origin of Homo sapiens, ed. F. Borde, Paris: UNESCO, 1972, s. 25-29; L. S. B. Leakey, By the Evidence, New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1974.
174- "Is This The Face of Our Past", Discover, Aralık 1997, s. 97-100

İnsanın Evrimi Soy Ağacının Çöküşü

Şimdiye kadar incelediklerimiz bize açık bir tablo oluşturdu: "İnsanın evrimi" senaryosu tümüyle hayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soy ağacının var olması için, maymunlardan insanlara aşamalı bir evrim yaşanmış ve bunun fosillerinin bulunmuş olması gerekir. Oysa maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır. İskelet yapıları, kafatası hacimleri, dik ya da eğik yürüme kriterleri gibi özellikler, insan ile maymunun arasını açıkça ayırmaktadır. (En son olarak 1994 yılında iç kulaktaki denge kanalları üzerinde yapılan incelemelerin de Australopithecus ve Homo habilis'i maymun sınıfına, Homo erectus'u ise insan sınıfına ayırdığına değinmiştik.)
Bu farklı türler arasında bir soy ağacı olamayacağını gösteren çok önemli bir başka bulgu ise, birbirlerinin atası olarak gösterilen türlerin aynı anda ve birarada yaşamış olmalarıdır! Eğer evrimcilerin iddia ettiği gibi Australopithecus zamanla Homo habilis'e, onlar da zamanla Homo erectus'a dönüşmüş olsalardı, bu türlerin yaşadıkları dönemlerin de birbirini izlemesi gerekirdi. Oysa aksine, böyle bir kronolojik sıralama yoktur.
  Evrimcilerin kendi hesaplamalarına göre, Australopithecus 4 milyon yıl öncesinden 1 milyon yıl öncesine kadar yaşamıştır. Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların ise 1,7-1,9 milyon yıl öncesinde yaşadıkları hesaplanmaktadır. Homo habilis'ten daha "ileri" olduğu söylenen Homo rudolfensis için biçilen yaş ise, 2.5-2.8 milyon yıl kadar eskidir! Yani Homo rudolfensis, "atası" olması gereken Homo habilis'ten neredeyse 1 milyon yıl daha yaşlıdır. Öte yandan Homo erectus'un yaşı 1.6-1.8 milyon yıl kadar geri gitmektedir. Yani Homo erectus örnekleri de, sözde ataları olan Homo habilis sınıflamasıyla yaklaşık aynı zaman diliminde ortaya çıkmışlardır.
  • Alan Walker, "Doğu Afrika'da Australopithecus bireyleri ile Homo habilis ve Homo erectus türlerinin aynı anda yaşadıklarına dair kesin deliller vardır" diyerek bu gerçeği doğrular. 168
  • Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesindeki Bed II katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus fosillerini neredeyse yanyana bulmuştur. 169
Elbette böyle bir soy ağacı olamaz. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de evrim teorisini benimsemesine karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:
  • Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler. 170
  • Homo erectus'tan Homo sapiens'e doğru ilerlediğimizde de yine ortada bir soy ağacı olmadığını görürüz. Homo erectus'un ve Homo sapiens archaic'in günümüzden 27.000 yıl öncesine, hatta 10.000 yıl öncesine kadar yaşamlarını sürdürmüş olduklarını gösteren bulgular vardır. Avustralya'da Kow Bataklığı'nda 13 bin yıllık Homo erectus kafatasları bulunmuştur. 171
  • Bu konuda ortaya çıkan en şaşırtıcı bulgulardan biri de, 1996 yılında Java'da bulunan 30 bin yıllık Homo erectus, Neandertal ve Homo sapiens fosilleridir. The New York Times gazetesi bu fosiller hakkında kapaktan verdiği haberinde "bir kaç onyıl öncesine kadar, bilim adamları insanın gelişimini, bir türden bir diğerine doğru giden doğrusal bir çizgi olarak görüyorlardı. Ve iki türün aynı dönemde ya da bölgede birlikte bulunmasının imkansız olduğu düşünülüyordu" diye yazmıştır. 172
Söz konusu bulgu, insanın kökeni hakkında ortaya atılan "evrim ağacı"nın tutarsızlığını bir kez daha sergilemektedir.
168- Alan Walker, Science, cilt 207, 1980, s. 1103
169- A. J. Kelso, Physical Antropology, 1st ed., New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, cilt 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272
170- S. J. Gould, Natural History, cilt 85, 1976, s. 30
171- Time, Kasım 1996
172- The New York Times, 13 Aralık, 1996

Archaic Homo sapiens, Homo heidelbergensis ve Cro-Magnon

Homo sapiens archaic, hayali evrim şemasının günümüz insanından bir önceki basamağını oluşturur. Aslında bu insanlar hakkında evrimciler açısından söylenecek bir şey yoktur, zira bunlar günümüz insanından ancak çok küçük farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı araştırmacılar, bu ırkın temsilcilerinin günümüzde hala yaşamakta olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aborijin yerlilerini örnek gösterirler. Aborijin yerlileri de aynı bu ırk gibi kalın kaş çıkıntılarına, içeri doğru eğik bir çene yapısına ve biraz daha küçük bir beyin hacmine sahiptirler. Ayrıca çok yakın bir geçmişte Macaristan'da ve İtalya'nın bazı köylerinde bu insanların yaşamış olduklarına dair çok ciddi bulgular ele geçirilmiştir.
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak tanımlanan sınıflandırma ise, aslında Homo sapiens archaic'le aynı şeydir. Aynı insan ırkını tanımlamak için bu iki ayrı kavramın da kullanılmasının nedeni, evrimciler arasındaki görüş farklılıklarıdır. Homo heilderbergensis sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller ise, anatomik olarak günümüz Avrupalı'larına çok benzeyen insanların günümüzden 500 bin, hatta 740 bin yıl önce İngiltere'de ve İspanya'da yaşadıklarını göstermektedir.
 Cro-magnon sınıflaması ise, 30.000 yıl önceye kadar yaşadığı tahmin edilen bir ırktır. Kubbe şeklinde bir kafatasına, geniş bir alına sahiptir. 1600 cc.'lik kafatası hacmi, günümüz insanının ortalamasından fazladır. Kafatasında kalın kaş çıkıntıları vardır ve arka kısımda, Neandertal adamının ve Homo erectus'un karakteristik özelliği olan kemiksi çıkıntı bulunmaktadır.
Avrupalı bir ırk olarak kabul edilmesine karşın, Cro-magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik iklimlerde yaşayan bazı ırklara fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerliğe dayanarak, Cro-magnon'un Afrika kökenli eski bir ırk olduğu tahmin edilir. Diğer bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal ırklarının birbirleri ile kaynaşarak, günümüzdeki bazı ırklara temel oluşturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro-magnon ırkına benzer etnik grupların Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve Fransa'nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yaşadığı kabul edilmektedir. Polonya ve Macaristan'da da aynı özelliklere sahip insanlara rastlanmıştır.
Sonuç itibariyle, bu insanların hiçbiri "ilkel tür"ler değildir. Tarih içinde yaşamış veya diğer ırklara karışıp asimile olarak ya da soyları tükenip yok olarak tarih sahnesinden çekilmiş farklı insan ırklarıdır.